Burnum akıyor, gözlerim sulanıyor, sesim tanınmaz halde. Evet, ben de sonunda yakalandım: Grip. Basit gibi görünen ama bu yıl nedense daha inatçı, daha yıpratıcı bir versiyonuyla. Yazıyla kış arasında sıkışıp kaldığımız şu günlerde vücut dirençsiz, bağışıklık bezgin. Üstüne bir de ihmalkârlık eklenince, tablo kaçınılmaz oluyor.

Herkesin ağzında aynı cümle: “Bu yıl grip başka vuruyor.” Haklılar. Çevremde hasta olmayan neredeyse kalmadı. Okullar, toplu taşıma, ofis ortamı… Virüs için tam bir şenlik alanı. Mevsim geçişi dediğimiz şey aslında vücudun doğayla inatlaştığı bir dönem. Gündüz sıcak, akşam serin. Kalın giyinsen terliyorsun, ince giyinsen üşüyorsun. Bağışıklık sistemi, şaşkın ördek gibi yönünü bulmaya çalışıyor.

Bu süreçte en küçük ihmalkârlık bile hastalığa davetiye çıkarıyor. “Bir şey olmaz” diyerek açılan camlar, “çok sıcak” diyerek çıkarılan montlar, “yorgunum” denip geçilen öğünler... Hepsi üst üste eklenince grip, zayıf düşen vücudu bulup yakalıyor.

Bu yazıyı hasta yatağında yazıyorum. Grip hâlâ peşimde ama bir gazeteci olarak bu dönemin sessiz tehlikesine dikkat çekmeden de geçmek istemedim. Evet, pandemi kadar korkutucu değil belki ama yine de hafife alınacak bir dönem değil bu. Özellikle yaşlılar, kronik hastalığı olanlar ve çocuklar için risk büyük.

Şunu da söylemeden geçmeyeyim: Hastaysanız evde kalın. Yaymayın, bulaştırmayın, “Ayakta geçiriyorum” demeyin. Çünkü siz belki hafif atlatıyorsunuz ama başkası sizin kadar şanslı olmayabilir.

Kısacası; havalara değil, vücudunuza güvenin. Bu mevsim geçişi gerçekten şaka kaldırmıyor. Önlem almak, geç kalmaktan iyidir. Ben yandım, siz yanmayın.