Gün içinde kaç kez saate bakıyoruz? Alarm çaldığında, toplantıya geç kaldığımızda, molanın bittiğini hatırladığımızda ya da bir işin teslim tarihi yaklaştığında… Zaman hep üzerimizde bir baskı unsuru gibi. Ama zaman aslında sadece akıyor; asıl koşan, telaşlanan, yetişmeye çalışan biziz.
Zaman yönetimi, yıllardır kitaplara, seminerlere, kişisel gelişim videolarına konu olan bir kavram. Ancak son yıllarda fark edilen bir şey var: zaman yönetmekten çok, kendimizi yönetmemiz gerekiyor. Çünkü bir gün yine 24 saat. Değişen, o saatleri nasıl kullandığımız.
SESSİZLİĞİN ÜRETKENLİĞİ
Modern çağda üretkenlik genellikle kalabalık ofislerde, çoklu ekranlarda ya da hızlı iletişim içinde tanımlanıyor. Oysa en verimli fikirlerin, en sade çözümlerin çoğu sessizliğin içinden doğar. Gürültüden uzak bir odada, bildirimlerin sustuğu bir anda, bir yürüyüş sırasında... Sessizlik, beynin kendi sesiyle baş başa kalabildiği nadir alanlardan biridir. Ve işin ilginç yanı, bu sessizlik çoğu zaman en yaratıcı üretkenliği getirir.
VERİMLİLİK TAKVİMDE DEĞİL, ALIŞKANLIKTA
Günün her saatini planlayarak yaşamak kulağa çok sistemli gelse de, bu durum sürdürülebilir değildir. Asıl önemli olan, verimli alışkanlıklar oluşturmak. Sabah kahveni içmeden önce birkaç sayfa kitap okumak, sosyal medyada geçirdiğin süreyi sınırlamak, “hayır” demeyi öğrenmek… Bunlar küçük ama etkili zaman yatırımlarıdır.
Zamanı planlamaktan çok, ona saygı duymak gerek. Çünkü zaman bir kaynak değil; hayattır. Geçtiğinde geri gelmez, ertelendiğinde birikmez.
SON SÖZ
Saatin tik taklarına yenilmeden, kendi ritmini kurabilen herkes, aslında zamanı değil kendini yönetmeyi öğrenmiş demektir.