Şimdi o şehirde, zaman sanki kırık bir saatin akrep ve yelkovanı gibi durmuş duruyor.

Depremin ardından Malatya’da hayatın başka bir ritmi var artık. Sokaklar yaralı, evler eksik, yüzler yorgun...

O eski, cıvıl cıvıl pazar yerleri, şimdi boş çay bardaklarının sessizliğine emanet. Bir zamanlar çocuk seslerinin yankılandığı mahalleler, artık enkaz altından gelen ağır bir sessizlikle dolu.

Malatya, dayanıklı bir şehir. Daha önce de yıkıldı, daha önce de ayağa kalktı. Ama bu kez başka bir şey var.

Bu kez, yalnızca binalar değil, insanların içindeki inanç da yerinden sarsıldı. Yalnızlık büyüdü. Umut, sabırla onarılmayı bekliyor.

Deprem sadece binaları yıkmadı; anıları, hayalleri ve hikâyeleri de enkaz altında bıraktı.

Her yıkılan duvarda bir çocukluk fotoğrafı, bir baba ocağı, bir ilk aşk hatırası kayboldu.

Malatya'nın bugün ihtiyacı olan şey, sadece yeni duvarlar örmek değil. Aynı zamanda yeniden güvenmek, yeniden sevebilmek, yeniden inanabilmek.

Ve bu, betonla değil, kalple yapılacak bir inşa süreci.

Bazen bir şehrin yeniden ayağa kalkması için, önce insanların gözlerine umut dolu bir ışık koymak gerekir.

Malatya bunu başaracak mı?

Bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey var: Eğer bir şehir, acıyı bu kadar sessiz ve onurlu taşıyabiliyorsa, yeniden doğmayı da başaracaktır.

Malatya, sabırla, sessizce, derinden yeniden doğuyor.