Türkiye ekonomisi derin bir dönüşümden geçiyor, ancak bu süreçte halkın alım gücü azalıyor. Peki, alınan önlemler gerçekten kalıcı bir çözüm sunuyor mu, yoksa kısa vadeli pansumanlar mı uyguluyoruz?
Türkiye, son yıllarda ekonomik dalgalanmaların merkezinde yer alıyor. Enflasyon, işsizlik, döviz kurlarındaki oynaklık gibi sorunlar, neredeyse her vatandaşın gündeminde ilk sıralarda. Peki, bu ekonomik sorunlar gerçekten çözümsüz mü? Yoksa uygulanan politikalar yeterli mi?
Son dönemde hükümetin aldığı faiz artırma kararları ve para politikası adımları, piyasalarda bir istikrar sağlamayı amaçlasa da, bunun halka yansıması oldukça karmaşık bir hal aldı. Faiz artırımlarıyla dövizin kontrol altına alınması planlanırken, vatandaş için asıl sorun enflasyon ve alım gücündeki düşüş. Her geçen gün artan fiyatlar, halkın temel ihtiyaçlarına ulaşmasını zorlaştırıyor. Marketlerdeki fiyat artışları, kira bedelleri ve enerji maliyetleriyle başa çıkmak artık daha zor hale geldi.
Bir yandan da, ekonomik büyümeyi tetikleyecek adımların eksikliği göze çarpıyor. Sanayi, tarım ve teknoloji yatırımları yerine, kısa vadeli çözümler üzerinde duruluyor. Halbuki, sürdürülebilir bir ekonomi inşa etmek için üretime dayalı bir büyüme modeli benimsemek şart.
İhracat odaklı bir büyüme hedeflenirken, yurt dışına açılan firmaların karşılaştığı lojistik ve vergi sorunları, küresel rekabette Türkiye'nin geride kalmasına neden oluyor. Ayrıca, tarım sektöründe yaşanan krizler, ülkenin gıda güvenliğini tehlikeye atıyor. Tüm bu sorunlar göz önünde bulundurulduğunda, ekonomiyi sadece finansal önlemlerle değil, aynı zamanda yapısal reformlarla desteklemek zorundayız.
Vatandaşın aklındaki en önemli soru şu: Bu ekonomik sarsıntılar ne kadar daha devam edecek ve ne zaman rahatlayacağız? Çözüm, üretimi artırmak, yenilikçi teknolojilere yatırım yapmak ve insan kaynağını doğru kullanmakta. Ancak bu dönüşümün gerçekleşmesi, sadece ekonomik değil, sosyal ve politik kararlılıkla mümkün.