Bazen hayatı çok bildiğimi sanıyorum.

Sayfalarca kitaplar okuyorum, uzun uzun yazılar yazıyorum, kelimelerle dünyalar kuruyorum.

Ama sonra küçük kızım yanıma geliyor, bir cümle söylüyor...

Ve anlıyorum ki, aslında hiçbir şey bilmiyorum.

Geçen gün, elimde yarım kalan bir yazıyla uğraşırken yanıma oturdu.

Renkli kalemleriyle bir resim yapıyordu.

Başını kaldırdı ve sordu:

"Anne, mutsuz olduğun zaman neden gülümsüyorsun?"

Sustum.

Bir an cevap bulamadım.

Gerçekten, neden?

Belki hayat bize böyle öğretmişti:

Gülümse, güçlü görün, üzgün olduğunu belli etme...

Ama onun küçük dünyasında hiçbir duygu gizlenmiyordu.

Üzgünse ağlıyordu, mutluysa kahkahalarla gülüyordu.

Kızgınsa bile utanmadan söylüyordu.

Olduğu gibiydi.

Ve o an, düşündüm:

Belki de büyümek, kendimize en çok zarar verdiğimiz yerdi.

Bir çocuk, size nasıl dürüst olunacağını öğretir.

Bir çocuk, en saf haliyle sevmenin, kırılmanın ve iyileşmenin ne demek olduğunu hatırlatır.

Ben kitaplardan öğrenmedim bu gerçeği.

Kızımın gözlerinden öğrendim.

Şimdi her yazıya oturduğumda önce ona bakıyorum.

Bir şey saklıyor mu?

Gerçek mi?

Olduğu gibi mi?

Çünkü biliyorum, gerçek olan şeyler, sadece kelimelerle değil, yürekle yazılıyor.

Ve bazen, en büyük dersleri en küçük ellerden alıyoruz.