Bu vatanı işgale gelen 7 düvelin Çanakkale’nin sularına gömüldüğü, Çanakkale’den öteye bir adım dahi attırılmadığı o büyük savaşın, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal ve askerlerinin verdiği kahramanlık destanının, büyük zaferin yıl dönümü.
18 MART VE MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİ
Mustafa BAĞDİKEN
Bu vatanı işgale gelen 7 düvelin Çanakkale’nin sularına gömüldüğü, Çanakkale’den öteye bir adım dahi attırılmadığı o büyük savaşın, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal ve askerlerinin verdiği kahramanlık destanının, büyük zaferin yıl dönümü.
Elbette bugün yurdun dört bir yanında yapılacak törenlerle başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bu destanı yaratan gazilerimiz, şehitlerimiz anılacak.
İzninizle ben de zaman zaman paylaştığım bu yazımda, yaşanmış, gizli saklı kalmaması gerektiğini düşündüğüm bir olayı, bir Çanakkale gazisinin o savaş döneminde edindiği tecrübe ile köy yerinde torununu nasıl diri diri toprağa gömülmekten kurtardığını anlatacağım.
Bundan 70 yıl önce. Ahşap, ağaç iskelet arasına kerpiç döşenerek yapılmış iki katlı geleneksel bir köy evi. Akşam saatleri. Hava henüz kararmamış. Odanın ortasında üstü beyaz bir tülbentle örtülü, henüz bir iki yaşında bebek hareketsiz yatıyor.
Başına toplananlar ağlaşıyor. Ağıtlar yakılıyor. Herkes bildiği duaları okuyor.
Neredeyse avuç içi kadar köy. Köy imamının evi de yakın. Ona da haber vermişler. O da gelip, bebeğin başında dualar okumaya başlıyor.
Feryatlar, dualarla birleşmiş, gözyaşları sel olmuş. Kimin ne dediği belli olmadığı anda, içeriye uzun boylu sakallarının kır düşmüş bir adam giriyor. Gözü gibi baktığı, evin bir yıllık un, şeker, yağ ihtiyacını iyi kötü karşılayacak, biraz kiraz ağacı, biraz üzüm asması olan bağını çapalamaktan dönmüş.
O dönemin hem iş, hem yol arkadaşı olan atını bahçedeki dut ağacının altına bağlamış. Gün boyu güneşin altında çalışmaktan yorgun düşmüş. Ne olduğunu anlamakta gecikmiyor. Yerde yatan torunu. Daha anne karnındayken bir motosiklet kazasında ölen Ali'nin emaneti.
Çocuğun üzeri bir tülbentle örtülmüş. Herkes dua okuyup feryat figan ağladığına göre ölmüş.. Çünkü birkaç gündür hastaydı. O dönemde imkansızlıktan, ilaçsızlıktan çocuklara musallat olan, daha bir yaşını bulmadan canını alan “kuşpalazı” denilen illet hastalık yapışmıştı. Boğazları, bademcikleri iyice iltihaplanmış, şişmiş, nefes alamaz hale gelmiş, hareket, nabız ve kalp atışı hiç yok.
Ama o Çanakkale Gazisiydi. Ölüyü de diriyi de iyi bilirdi. Cepheden cepheye koşmuş. Vücudunda birçok yara izi vardı. Kimi dikenli tel, kimi şarapnel, kimi kurşun yarası. Vücuda, baldıra, kola giren kurşunları öldürücü değilse bıçak ucuyla çıkarıp üzerine toprak bastıklarını, sonra savaşa devam ettiklerini anlatırdı.
Çanakkale'de savaşmış her gazi gibi kendi kendilerinin doktoru olmuşlardı. Bırakın buğday ekmeği ve üzüm hoşafını, günlerce midelerini bastırmak için ağaç kabuğu ve ot çiğnediklerinden de bahsederdi.
"Eyvah" diye bağırdı. Evin içindeki feryatlardan, lastik ayakkabılarını bile çıkarmadan içeri girmişti. Her iki dizi kocaman yamalı, kalın, aba kumaşından kahverengi bir pantolonu vardı. Yıllarca onu bağda bahçede giyerdi. Çocuğun yanına diz çöktü. Eline yapışmış sarı toprak artıklarını pantolonunun üzerine birkaç kez sürüp temizledikten sonra tülbendi kaldırdı. İki gözünden yaş süzülüyordu. Eğildiğinde, yaşlar hareketsiz yatan bebeğin yüzüne de damladı. Önce toprakla uğraşmaktan nasırlaşmış ellerinin parmak ucuyla, zarar vermemesi için hafifçe birkaç kez bebeğin boğazına dokundu. Sonra kulağını kalbine dayadı. Bir anda yüzünde umut ve acı ile karışık bir tebessüm belirdi.
"Yaşıyor bu be.. Sakın dokunmayın" diye bağırıp dışarı fırladı. Tek kırma bir tüfeği vardı. İyi kullanırdı. Cephede az ateş etmemişti 7 düvelin askerlerine.
Bahçeden bir el tüfek sesi duyuldu. Sonra telaşlı ayak sesleri. Elinde iri bir kuş ve bıçak. Onu ikiye böldü. Yine bebeğin yanına dizlerini kırarak çöktü. Tüylerini bile yolmadan, kanlı haliyle bebeğin boğazına sardı. Bir yandan dudağından dua mırıldanıyordu. Herkes şaşkın, nefeslerini tutmuş onu ve bebeği izliyor.
Ölüm sessizliğindeki odada belki yarım, belki bir saat sonra hırıltılı zayıf bir öksürük sesi.
Sonra yarı aralık iki minicik göz. Hayata dönüş. Belki bilgisizlikten ve imkansızlıktan ölmeden mezara konulmaktan Çanakkale Gazisi dedesi tarafından son anda kurtarılan çocuk.
Biliyormusunuz..
O çocuk benim..
Dedem Ahmet Pak Çanakkale’de Mustafa Kemal’in askeriydi ve Mezarı Gölcük'te Örcün Köyü'nde Sultan Baba Türbesi'nin hemen girişinde.
Mustafa Kemal ve askerleri eğer Çanakkale’yi geçilmez yapmasaydı, şimdi bu ülkenin adı ne olurdu tahmin bile edemiyorum..
Tüm Şehitlerimiz ve Gazilerimiz gibi nur içinde yat Mustafa Kemal’in askeri dedem..