Kadın cinayetleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en acı yansıması. Şiddeti önlemek için sadece yasal önlemler değil, toplumsal zihniyet dönüşümüne de acilen ihtiyacımız var.
Kadın cinayetleri Türkiye’nin kanayan yarası olmaya devam ediyor. Her gün yeni bir trajik haberle sarsılıyoruz, yeni bir hayat daha vahşice son buluyor. En son İstanbul’da, 4 Ekim'de İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil, Semih Çelik adlı bir erkek tarafından vahşice öldürüldü. Bu cinayetler ne yazık ki münferit olaylar değil, aksine sistematik bir sorunun göstergesi.
Kadın cinayetleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en acı sonuçlarından biri. Kadınların hayatlarını tehdit eden bu şiddet, sadece bireysel değil, toplumsal bir sorun. İkbal ve Ayşenur’un hikayesi, genç yaşta hayattan koparılan sayısız kadının hikayesinden biri. Peki, neden bu cinayetleri durduramıyoruz? Neden kadınlar hâlâ yaşam haklarını koruyamıyor?
Her yıl yüzlerce kadın, en yakınlarındaki erkekler tarafından öldürülüyor. Kimi zaman eski eş, kimi zaman sevgili, kimi zaman baba ya da kardeş... İlişki ya da akrabalık bağı fark etmeksizin kadınlar, sırf hayatları üzerinde kontrol sahibi olmak istedikleri için şiddetle karşı karşıya kalıyorlar. Bu şiddet, çoğunlukla önceden işaretlerini veriyor. Ancak şikayetler dikkate alınmıyor, kadınlar korunamıyor ve sonunda trajik son kaçınılmaz oluyor.
Bu noktada en büyük sorun, toplumsal zihniyet ve cezasızlık kültürü. Kadına yönelik şiddet, hâlâ yeterince ciddiye alınmıyor. Kadınlar polise başvurduğunda, “barışın, geçer” deniliyor. Ya da mahkemelerde katillere “iyi hal indirimi” uygulanıyor. Bu indirimi alan katiller, birkaç yıl içinde tekrar sokakta dolaşabiliyor. Bu, mağdurlara ve toplumun geri kalanına verilen yanlış bir mesaj değil mi? “Kadına zarar ver, ama sonunda yine de serbest kalabilirsin.”
Peki, çözüm ne? Kadın cinayetlerini durdurmak için sadece kanunları uygulamak yetmez, toplumsal bir dönüşüme ihtiyacımız var. Kadın-erkek eşitliğini gerçekten içselleştiren bir toplum olmalıyız. Eğitimden başlamak üzere, şiddeti romantize eden ve cinsiyetçi yaklaşımları besleyen kültürle mücadele etmeliyiz. Medyada, dizilerde ve günlük hayatımızda kadına yönelik şiddetin normalleştirilmesine izin vermemeliyiz.
Devletin, kadına yönelik şiddetle mücadelede daha kararlı olması gerekiyor. 6284 sayılı Kanun gibi koruyucu yasalar tam anlamıyla uygulanmalı, mağdur kadınlar koruma altına alınmalı, fail erkekler ise en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Ayrıca önleyici tedbirler artırılmalı, psikolojik destekler ve rehabilitasyon merkezleri daha yaygın hale getirilmelidir.
Sonuç olarak, kadın cinayetleri durana kadar bu konuyu konuşmaya, yazmaya ve çözüm aramaya devam etmeliyiz. Kadınların en temel hakkı olan yaşam hakkı, hiçbir tartışmaya konu olmamalıdır. Artık “bir kişi daha eksilmeye” tahammülümüz yok.