Ama oturup beklemiyor da. Çünkü "Ben bilgimi başkalarına aktarmadığım sürece eksik hissediyorum," diyor. Şu an özel dersler veriyor; kimi zaman ortaokuldan bir öğrenciyle periyodik tabloyu ezberliyor, kimi zaman bir lise öğrencisiyle bağıl nemin sırrına dalıyor. Kah bir mutfakta, kah bir salonda, hatta bazen parklarda—nerede bilgiye aç bir çocuk varsa, oraya gidiyor.

SIRT ÇANYASINDA KİTAPLARI VE BİTMEYEN UMUDU

Emre, her sabah elinde çantası, içinde deney tüpleri, çeşitli materyaller ve bolca fotokopiyle yola koyuluyor. "Öğretmenlik okurken hayal ettiğim şey bu değildi ama yine de çocukların gözünde o ışığı görmek, bana bir atamadan daha fazla şey katıyor" diye anlatıyor.

Ama her şey toz pembe değil. Özellikle ekonomik anlamda oldukça zorlandığını, bazen verdiği ders ücretinin yol parasına ancak yettiğini söylüyor. "Ders başı ücret düşük, bazen veliler pazarlık yapıyor. Hakkımı savunmak istesem, işi kaybediyorum. Ses etmesem, emeğim boşa gidiyor" diye dert yanıyor.

“ÖĞRETMENLİK SINIFTA DEĞİL, KALPTE BAŞLAR”

Emre’nin en çok gurur duyduğu şey, öğrencilerinin gelişimini görmek. “Bir öğrencim vardı, fen dersinden hep kaçardı. Şimdi biyolojiye bayılıyor, genetikle ilgileniyor. Belki bir gün bilim insanı olacak” diye gülümsüyor. İşte bu anlar onun için paha biçilemez.

Kimi zaman arkadaşları, “Neden başka bir iş yapmıyorsun, özel sektör var?” diyor. Oysa Emre için öğretmenlik bir meslek değil, bir kimlik: “Ben zaten öğretmenim. Maaş bordrosuna gerek yok. Beni tanıyan herkes öyle görüyor. Öğrencilerim bana 'hocam' diyor, yetmez mi?”

“BİR GÜN O KADRO GELİR, AMA BEN ÖĞRETMENLİĞE ZATEN BAŞLADIM”

Atanmayı elbette hâlâ çok istiyor. “Kadroya girince ders planı daha rahat yapılır, sigorta olur, emeklilik hayali olur,” diyor ama eklemeyi de unutmuyor: “Benim için öğretmenlik sınır tanımaz. İster okulda, ister evde, yeter ki bir çocuk öğrenmeye açık olsun.”

Muhabir: Şenay Güner