Araştırmacı-Yazar Mehmet Gökhan Özçubukçu, değişen ve dönüşen Türk dış politikası hakkında TV Nota’ya özel değerlendirmelerde bulundu.

Mehmet Gökhan Özçubukçu, konuya yönelik yaptığı açıklamalarda şu ifadelere yer verdi: “Türkiye; siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve güvenlik çerçevesinde kendisini Avrupa’nın bir parçası olarak görüyor. Bunun yanında coğrafi konumu ve kültürel yapısı nedeniyle her zaman Doğu ile Batı arasında bir köprü de görevi üstleniyor. Dolayısıyla böylesine önemli bir coğrafyada var olmanın temel koşullarından biri etkin bir dış politikadır. Dış politikanın genel tanımı, bir ülkenin diğer ülkelerle olan ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkileri başta olmak üzere her türlü ilişkinin yönetimi olarak açıklanabilir.”

“Soğuk Savaş’tan sonra dünya düzeninin değiştiği anlayışı giderek yaygınlaştı. Bu gözlemde bir yanlışlık yoksa, yeni bir dünya düzeninin kurulması ya da düzensizliğin yeni dünya düzeni haline gelmesi beklenebilir. Büyük güçler özellikle kendi aralarındaki rekabete odaklanırken bulundukları bölgede önemli nüfuza sahip orta güçler için daha büyük manevra kabiliyetinin ortaya çıkmasını öngörebilir. Büyük güç olmayı hedefleyen orta güçlerin nüfuzlarını ve çalışmalarını genişletmeleri, çıkar temelli bölüşüme odaklanmaları ve yeni düzende çok daha etkili bir alan kazanmalarını sağlıyor” diyen Özçubukçu, şöyle devam etti: “Değişen dünya düzeninin çeşitli zorlukları beraberinde getirdiği ve küresel siyasette daha etkili bir rol üstlenmeyi hedefleyen devletler için önemli fırsatlar sunduğu şüphesizdir. Bu bağlamda hem Türkiye hem de diğer orta güçler için uluslararası siyasette daha etkili ve önemli bir rol oynayabilecekleri alanların açıldığını değerlendirebiliriz. Eski dünya düzeni değişiyorsa ve yenisi kuruluyorsa dış politika perspektifini şekillendirilirse Türkiye’nin kurulacak bu yeni düzende çok etkili bir aktör olması mümkündür.” 

KÜRESEL POLİTİKA

Özçubukçu, “Küresel eğilimler ve değişimler, ülkelerin veya devletlerin politikalarını uygulayabilecekleri ortamı şekillendirir ve ayrıca stratejik yönelimlerini belirler. COVID-19 salgını ve bunun sonucunda ortaya çıkan ekonomik sorunlar, ABD’nin süper güç olarak gücündeki ve etkisindeki göreceli düşüş, Asya-Pasifik bölgesine yönelik stratejik ve jeopolitik olarak yeniden yönelimi ve Avrupa ile Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesine olan bağlılığı ve son olarak Rusya-Ukrayna savaşı gibi küresel süreçler, uluslararası ortamın makro düzeydeki genel dönüşümü üzerinde kolektif bir etkiye sahip. Ukrayna’daki savaş dışında, tüm bu süreçler uzun vadeli olgulardır ve yıllardır kademeli olarak da olsa halihazırda devam ediyor. Devam eden ve mevcut makro eğilimler ve değişimler, en azından şimdilik, ABD’nin dikkatini büyük güç politikaları açısından Çin’den Rusya’ya kaydırarak 2022’deki Ukrayna savaşıyla daha da karmaşık hale getirdi” dedi.

“Ukrayna savaşı sonrası yaşanan jeopolitik gelişmeler, ABD-Çin arasında Tayvan konusunda yaşanan gerginlik ve Avrupa ile Rusya arasında klasik jeopolitik rekabetin geri dönüşüne ek olarak; artan enerji fiyatları, enerji güvensizliği ve gıda güvenliğindeki kırılganlıklar, uluslararası sistemin istikrarına yönelik varoluşsal bir tehdit oluşturarak ve devletlerin uluslararası politikadaki stratejik yönelimlerini değiştiriyor” şeklinde konuşan Mehmet Gökhan Özçubukçu, açıklamalarını şu ifadelerle sürdürdü: 

TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKADAKİ STRATEJİ DEĞİŞİKLİĞİ

“Türkiye temel ulusal çıkarlarını sağlamak için dış ve güvenlik politikalarında daha “özerk” ve tartışmalı bir şekilde daha güvenlik odaklı bir tutum benimsemeye itti. Bu daha özerk ve güvenlik odaklı güvenlik davranış, Türkiye’nin yerli savunma sanayiine yapılan kararlı ve artan yatırımlarla da birleşince, otonom ve güvenlik odaklı davranış daha da güçlendi.

Türkiye, Ukrayna’daki savaştan, Güney Kafkasya’daki kırılgan barışa, İran’daki yaygın kitlesel protestolara, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’den gelen terör tehditlerine, Ege ve Doğu Akdeniz’deki Türkiye-Yunanistan gerginliğine, büyük güç politikaları, küresel salgının ekonomik etkileri ve mevcut zorlukları daha da kötüleştiren kitlesel düzensiz göç gibi daha küresel ve ulusötesi sorunların olumsuz etkilerine kadar uzanan bir dizi jeopolitik, güvenlik ve istikrarsızlaştırıcı zorluğun merkezinde yer alıyor. Böylesine zorlu bir ortamla uyumlu olarak Türkiye, söz konusu risklerin ve zorlukların zararlı etkilerini azaltmak için belirli başa çıkma mekanizmaları ve politikalar ortaya koymakta ve krizlerden doğabilecek fırsatları olabildiğince değerlendirmeye çalışmakta.

Türkiye’nin ve Türk dış politikasının 2000’li yıllarının başından bu yana küresel ilişkilerde giderek artan önemi, süreklilik eğilimlerinin ve değişimdeki süreklilik eğilimlerinin gözlemlenmesiyle mümkün oluyor. Türk dış politikasındaki güncel gelişmeler, Türkiye’nin dış politika hedeflerine ulaşmasında süreklilik eğiliminden bir kopuş olarak değil, çeşitli stratejilerin devamlılığındaki eğilimlerin gözlemlenmesi olarak algılanmalıdır. Türk dış politikasının Suriye, İsrail-Filistin, Rusya-Ukrayna ve Libya’daki mevcut uygulamaları bu iddiayı incelememize ve desteklememize olanak sağlıyor. 

"Kiminin zararda, kiminin karda olduğu böyle bir sistem olamaz" "Kiminin zararda, kiminin karda olduğu böyle bir sistem olamaz"

Uluslararası siyasi sistemin bu kadar baskı altında olduğu, uluslararası hukukun göz ardı edildiği, güç politikalarının ön plana çıktığı bir dönemde Türkiye’nin konumuna bakıldığında, Türkiye’nin artan küresel rekabete hazırlıklı olduğu konusunda olumlu sonuçlar çıkarılabilir. Türkiye’nin 2000’li yıllardan itibaren ekonomik ve askeri yeteneklerini hızla arttırdığı ve askeri gücüyle bölgesindeki sorunlara müdahale edebilen bir oyuncu haline geldiği tespitiyle başlayabiliriz.
Türkiye, başta İHA ve SİHA olmak üzere birçok alanda kendi silahını üreten, hatta önemli oranda ihraç eden bir ülke haline geldi. Hiç şüphe yok ki bu kapasite artışı Türkiye’ye dış politikada daha bağımsız hareket etme fırsatı veriyor. Böylelikle Suriye, Irak ve Doğu Akdeniz’e müdahale edebilen ve çıkarlarını korumak için güç gösterebilen Türkiye, Katar, Libya ve Somali gibi ülkelerdeki askeri üsleri aracılığıyla kendi sınırlarını aşarak, bu ülkelerin bulunduğu bölgelerde politika yapıcıları da etkiliyor. Ayrıca Azerbaycan’ın yıllardır işgal altında olan topraklarını kurtardığı 44 Günlük Vatan Muhaberesinde Türkiye’nin verdiği desteğin de etkisi büyük oldu.

Türk dış politikasındaki son yıllarda yaşanan gelişmeleri radikal değişimler olarak değerlendirmek yerine, bunları değişen stratejilerle ve rasyonel bir düzeyde süreklilik eğilimlerinin peşinde koşma olarak görmek daha doğrudur. Çünkü bu durum Türkiye’nin dış politikadaki esnekliğini artırırken, manevra kabiliyetini de genişletiyor. Türkiye bu politika sayesinde küresel ilişkilerde ve meselelerde kilit bir ülke haline gelmesi sonucu ortaya çıkıyor.”

Muhabir: Elif Aybike Demir