Serdar Cingöz söze şöyle başlıyor:
“Çocukken dağlarda koyun güderken tanıştım menengiçle. O zamanlar bilmezdik ne işe yaradığını ama kokusu, dokusu farklıydı. Sonradan öğrendik ki bu ağaç meyvesi aslında şifa deposuymuş.”
Yabani antep fıstığı da denilen bu bitkinin küçük meyveleri kurutulup öğütülüyor, sonra da efsane bir içeceğe dönüşüyor: Menengiç kahvesi!
"MUHTEŞEM KOKUSUYLA TADI DAMAKLARINIZDA KALIR"
“Bir kere içen, bir daha unutamaz, özellikle sütle pişirilip içildiğinde tadı damağınızda kalır" diyor Serdar Bey. “Sabah iç, gün boyu dinç kalırsın, akşam iç, huzurla uyursun. Öyle bir etkisi var,” diye ekliyor gülümseyerek.
“FAYDASI SAY SAY BİTMEZ”
Bitkinin yalnızca kahvesi değil, yağı da cilt için adeta doğal bir mucize.
“Eklem ağrısına da iyi geliyor, göğsü yumuşatıyor, mideyi rahatlatıyor. Yani hem bedene hem ruha iyi geliyor. Zaten eskiler ne derdi, ‘Doğa ne verdiyse bir sebebi vardır.’ Menengiç de öyle.”
KADIN ELİ DEĞMİŞ KÖYLERDE ÜRETİLİYOR
Cingöz, Adıyaman’ın köylerinde kadınların bu işi el birliğiyle sürdürdüğünü anlatıyor.
"Kadınlar hem topluyor hem öğütüyor, hem de pişirip satıyor. Bu kahve onların geçim kaynağı oldu. Alın teriyle gelen bu lezzet, şimdilerde şehirlere, hatta yurt dışına kadar ulaşıyor."
“BU TOPRAK NEFES ALIRSA, BİZ DE ALIRIZ”
Sohbetin sonunda Serdar Cingöz şöyle noktalıyor sözlerini:
“Doğaya saygı duyarsak, o da bizi doyurur. Menengiç, kayısı, üzüm, ne varsa hepsi bu toprakların bizlere hediyesi. Biz de bu hediyeye sahip çıkarak üretmeye devam edeceğiz.”