Faruk Bey’in söylediklerini yazarken bile boğazımız düğümlendi. Çünkü anlattıkları rakamlara sığmaz, soğuk istatistiklere hiç benzemez.
“Burası bizim geçici yuvamız oldu, ama ne kadar geçici olacak bilemiyoruz. Kışın buz gibi, yazın fırın gibi. Yağmur yağınca teneke gibi ses yapıyor, çocuklar irkiliyor. Sobayı yaksan duman içeri doluyor, yakmasan donuyorsun.”
“EŞYALARI DEĞİL, HAYATI KATLAYIP KOYDUK BİR KENARA”
Akkurt ailesi depremin ardından ne var ne yoksa geride bırakmak zorunda kalmış. Birkaç parça kıyafet, bir battaniye, biraz un – hayat şimdi o kadar sade ki.
“Evde çay koyarsın, misafir gelir, sohbet olur. Burada çay soğuyor ama içemiyorsun. Çünkü bazen bardak yok, bazen oturacak sandalye yok. Çocuklar yemeğin başına oturunca gözüm doluyor."
“KAPI VAR AMA GİZLİCE AĞLAYACAK ODA YOK”
Faruk Bey, yaşadığı yerde en çok neyi özlediğini sorduğumuzda içten bir sessizlik oldu. Sonra sadece şunu söyledi:
“İnsanın kendi hüznünü saklayabileceği bir köşesi bile olmalı. Burada yok. Kapı var ama gizlice ağlayacak oda yok.”
“SESİMİZ DUYULSUN, UNUTULMAK EN BÜYÜK KORKUMUZ”
“Biz şikâyet etmiyoruz, sadece duyulmak istiyoruz” diyor Akkurt ve ekliyor:
“Buraya gelen yetkili fotoğraf çekip gidiyor, ama biz o karelerin içindeyiz hâlâ. Çocuklar büyüyor, biz konteynerde takvim değiştirmekten başka bir şey yapamıyoruz. Ne bir gelecek planı, ne net bir söz…”
“BİZ UNUTMADIK, SİZ DE UNUTMAYIN”
Faruk Akkurt’un bu sözüyle bitirelim:
“Deprem unutmaz, ama insanlar unutuyor. Bizi unutanlar bilsin, biz hâlâ buradayız. Bir konteynerin içinden hayata tutunmaya çalışıyoruz. Her sabah yeni bir güne değil, aynı umutsuzluğa uyanıyoruz bazen. Ama vazgeçmiyoruz.”