(ANKARA) - Toplum Çalışmaları Enstitüsü Hukuk ve Adalet Programı Direktörü Dr. Yavuz Selim Günay, geri çekilen İklim Kanunu teklifine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. “İklim krizinin ortasında yaşadığımız bir dönemde, zayıf ve bazı yerlerde manipülatif birkaç eleştiri dışında tasarı ile ilgili olarak yeterli çalışmanın yapıldığını söylemek mümkün değil” diyen Günay, tasarıyla birlikte Türkiye’de kurulması beklenen Emisyon Ticareti Sistemi'nin (ETS) avantaj ve dezavantajlarını değerlendirdi.

Toplum Çalışmaları Enstitüsü Hukuk ve Adalet Programı Direktörü Dr. Günay, İklim Kanunu teklifinin TBMM Genel Kurulu'ndan Çevre Komisyonu'na çekilmesinin ardından teklifin ayrıntılarını değerlendirdi. Hukukçu Yavuz Selim Günay, tasarının odak noktasının karbon ticareti ve emisyon kontrolü olduğunu belirterek, “Bu kapsamda fosil yakıtların tüketimi bakımından bir takvim belirlenmemiş olması tasarının eleştirilen noktalarından birini oluşturmaktadır. Tasarı temel olarak, Türkiye’de bir Emisyon Ticareti Sistemi kurmayı amaçlamaktadır” diye konuştu.

Günay, konuya ilişkin olarak şunları kaydetti:

“Sadece bir iç mevzuat olarak görmek doğru değil”

“Tasarıyı sadece bir iç mevzuat olarak değerlendirmek doğru olmayacaktır. Tasarı, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler kapsamındaki yükümlülüklerinin yerine getirilmesi amacıyla hazırlanmıştır. Bu kapsamda Türkiye’nin 2021’de onayladığı Paris Anlaşması ile taraf ülkelerden ‘Ulusal Katkı Beyanları’ hazırlamaları ve sera gazı azaltım hedefleri belirlemeleri beklenmektedir. Benzer şekilde, Türkiye’nin 2004 yılın taraf olduğu Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi de taraf ülkeleri sera gazı emisyonlarını raporlamaya, azaltmaya ve iklim değişikliğine uyum sağlamaya teşvik etmektedir. Ayrıca, Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat (European Green Deal) ve Sınırda Karbon Düzenlemesi (CBAM) de AB ithalatçılarına yönelik sınırda karbon düzenlemesi başlatmış ve bu düzenleme çerçevesinde emisyon izleme ve ticaret sisteminin kurulmamasının ithalatçı ülkeler açısından ek karbon vergisi zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Özetle, İklim Kanunu Taslağı’nı sadece iç politika açısından değil Türkiye’nin uluslararası taahhütleri ve ticaret ilişkileri bağlamında da değerlendirmek gerekmektedir.”

Tasarının, İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından bir emisyon ticareti sistemi kurulmasını düzenlediğini, başkanlığın ulusal tahsisat planlaması hazırlanmasından ve tahsisatların dağıtımının yapılmasından da sorumlu olduğunu belirten Günay, şöyle devam etti:

“Tasarı, Türkiye’de faaliyet gösteren ve sera gazı emisyonuna neden olan işletmeler bakımından sera gazı izni alınması zorunluluğunu öngörmüştür. Buna göre, özellikle sanayi, enerji gibi sera gazı salımı yapan işletmeler, faaliyetlerine devam etmek için İklim Değişikliği Başkanlığı’ndan, esasları yönetmelikle belirlenecek olan bir emisyon izni almak zorunda kalacaktır. Hangi sektörlerin ETS sistemine dahil olacağı henüz belli olmasa da enerji santralleri, ağır sanayi tesisleri, rafineriler gibi işletmelerin ilk etapta sisteme dahil olması beklenmektedir. ETS kapsamında olan işletmelerin, doğrulanmış yıllık sera gazı emisyon değerine karşılık gelecek şekilde tahsisat tesliminde bulunması gerekmektedir. Bu yükümlülüklerine uymayan veya tahsisatından daha fazla emisyon gerçekleştirilen işletmeler bakımından ise çeşitli cezalar öngörülmektedir.”

Genel olarak ETS’nin iklim açısından üç farklı olumlu etkisinden bahsedildiğini vurgulayan Günay, şunları aktardı:

“ETS’nin ilk avantajı, işletmelerin emisyon hakkının zamanla azalması ve emisyon salınımını azaltmayan işletmelerin zamanla daha çok ödeme yapmak zorunda kalmasıdır. Bu da çevreye kirleten işletmelerin daha çok ödeme yapması sonucunu doğurur. Elde edilen bu gelirler ise iklimin kurtarılması, karbon yoğun sektörlerin dönüşümü için destek verilmesi şeklinde kullanılabilir. ETS’nin diğer bir avantajı ise düşük emisyonlu üretim yapan işletmelerin daha az tahsisat teslim etmesi ve elde ettikleri fazla tahsisatı satması ile finansal fayda sağlamasıdır. Böylece, emisyon salınımının azaltılması bütün işletmeler bakımından ekonomik bir amaç da taşır. ETS sistemi içerisinde karbon fiyatlarının artması işletmelerin yatırım kararlarını değiştirir ve yeşil enerjiye geçişi hızlandırır. ETS’nin bu etkilerinin ancak bütün dünya ekonomilerinin sistem içerisinde olması durumunda anlam ifade edebileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Başka bir ifadeyle, sadece belirli ülkelerin sistem içerisinde olması, o ülkelerin büyümesi ve gelişmesi bakımından çeşitli olumsuzluklar yaratacak, sistemde olmayan ülkeler lehine rekabetçi bir avantaj yaratacaktır.

On yıllardır karbon salınımını en üst seviyede yapmış olan gelişmiş ekonomilerle, Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerin karbon salınımı bakımından aynı kurallara tabi tutulmasının ‘kirleten öder’ ilkesiyle de çeliştiğini söylemek mümkündür. Bu çerçevede, Paris İklim Anlaşması doğrultusunda yapılacak düzenlemelerin Türkiye’nin ekonomik ve tarımsal büyümesi üzerinde olumsuz etki yaratması İklim Kanunu Tasarısı bakımından da temel endişe kaynağını oluşturmaktadır. Özellikle, en yüksek karbon emisyonu gerçekleştiren ülkelerden biri olan ABD’nin -ABD tek başına küresel karbon salınımının yaklaşık yüzde 13’ünü gerçekleştirmektedir- Paris İklim Anlaşması’na iki kez katılıp iki kez ayrıldığı dikkate alındığında, bu yöndeki düzenlemelerin Türkiye’nin kalkınması üzerindeki etkisinin özenle değerlendirilmesi zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.”

Kaynak: ANKA