Lohusalık döneminde; annenin değişen hayatına uyum sağlamakta zorlanması, toplumsal “annelik” dayatmaları gibi birtakım nedenlerle kadınlarda meydana gelebilen postpartum depresyonun, ilerleyen süreçlerde çocukta da etkilerinin görüldüğünü anlatan Psikolog Çiğdem Çetinkaya Yılmaz, TV Nota’ya özel olarak açıklamalar yaptı.
“EMZİRME, ANNE İLE BEBEK ARASINDA GÜVENLİ BAĞLANMA SAĞLAR”
Yılmaz, annenin yaşadığı postpartum depresyonun anne kadar çocuğu da etkilediğini söyleyerek “Bebeğin doğmadan önce temasta olduğu tek kişi annesiyken doğduktan sonra da büyük ölçüde anne ile temas kurma ihtiyacı vardır. İlk temaslardan biri de anne sütü almaktır. Çocuklar tutma ve emme refleksi ile doğar. Bunlar, hayatta kalmaları için gerekli olan iki reflekstir.
Anne sütüne ihtiyaç duyan çocuğun sadece fiziksel ihtiyacı karşılanmış olmaz. Aynı zamanda emzirme sırasındaki fiziksel yakınlık ile birlikte anne-bebek arasındaki ilk güvenli bağlanma da gerçekleşir” dedi.
“EMZİRMEK TEK ÖLÇÜT DEĞİLDİR”
Bazı annelerin isteseler bile bebeklerini emziremeyebileceğini, bu durumun annede suçluluk duygusuna sebep olabileceğini vurgulayan Yılmaz, “Emzirmenin buradaki tek ölçüt olmadığı unutulmamalı. Emzirme sırasında bebekle kurulan fiziksel yakınlık, emzirme olmadan da sağlanabilir. Bebek ve annenin göz teması kurarak konuşması, annenin bebeğine şarkı/ninni söylemesi, bebeğiyle direkt bir iletişim kurması da bu ihtiyacı karşılayacaktır. Bebeğini emziremeyen annelerin de kendilerini eksik veya suçlu hissetmemeleri gerekir” şeklinde konuştu.
“BEBEĞİN İHTİYAÇLARI HIZLI VE KOŞULSUZ ŞEKİLDE KARŞILANMALIDIR”
Psikolog Yılmaz, “Bu dönemde hem annenin hem de çevrenin, bebeğin ihtiyaçlarını hızlı ve koşulsuz şekilde karşılaması gerekir. Toplum tarafından söylenen ‘Kucağa alıştırma’, ‘Her ağladığında kucağına alma’, ‘Bırak biraz ağlasın’ gibi cümleler, bebeklere duygusal olarak ihmal edilmiş hissettirir” diyerek şöyle devam etti: “Bir bebek ne kadar çok ağlarsa, o kadar ağlamaya devam edecektir. İhtiyaçlarının yalnızca çok ve uzun süre ağladığında karşılandığını fark eden bebek, ağlamak zorundadır. Bunlar bebeğin ağlamasının önüne geçmez, aksine ihmal edilmiş hissettirir.”
BAĞLANMA İHTİYACI GİDERİLMEYEN ÇOCUKLARIN HAYATLARINDA OLUŞABİLECEK SORUNLAR
Annenin emzirmeyi reddettiğinde ve bebeğe karşı ilgisiz davrandığında bebekle yeteri kadar fiziksel temas kurmamış olduğunun altını çizen Yılmaz, bu sebeple çocuğun bağlanma ihtiyacının karşılanamadığını, dolayısıyla sağlıklı hale getirilmezse yani anne ile bebek arasında güvenli bir bağlanma ilişkisi kurulmazsa bebeğin ileriki yaşlarında bağlanma sorunları ortaya çıkabileceğini dile getirdi.
Çiğdem Çetinkaya Yılmaz, “Bebeklik döneminde ihmal edilmiş hisseden çocuklar hayatları boyunca bu duyguyu ceplerinde taşır ve çevreleri tarafından her ilgisiz davranışta aynı duyguyu hissedebilir. Güvenli bağlanmanın temeli atılmayan çocuklar, yaşamlarının her alanında ayrılık anksiyetesi yaşayabilir. Bu durum; çocuk okula başladığında da yetişkin olup bir romantik ilişki yaşadığında da görülebilir. Hayatı boyunca çevresindeki her insanla kuracağı ilişkileri, bu dönemdeki bağlanma örüntüleri belirleyecektir. Yani yeni doğan bir bebek ihmal edilmemeli ve güvende hissettirilmelidir” ifadelerini kullandı.
“HER İNSAN, KENDİ ANNE-BABASINDAN ÖĞRENDİĞİ ALIŞKANLIKLARLA EBEVEYN OLMA EĞİLİMİ GÖSTERİR”
“O bebeklerin de bir gün ebeveyn olabileceği hatırda tutulmalıdır” diyen Yılmaz, değerlendirmelerini şu şekilde tamamladı: “Her insan kendi anne-babasından öğrendiği alışkanlıklarla ebeveyn olma eğilimi gösterir. Bundan dolayı bebeklikte ve çocuklukta ebeveynlerimiz ile kurduğumuz ilişkiler, bizim de nasıl birer anne-baba olacağımızı belirleyeceği için bu durum bir zincir olarak devam edecektir.”